Bir bilene sorduk: çocuk edebiyatı (Ropörtaj)
Her birimiz; biz çocuklar için yazılmış olan romanları, hikayeleri, şiirleri öyle veya böyle okuyoruz. Pek çok yayınevi bizim için çalışıyor. Öyle ki kimi yayınevleri sadece bize çalışıyor. Kimimizin seve seve, kimimizin zoraki adım attığı bu dünyayı, çocuk edebiyatı dünyasını biraz daha yakından tanımak ve bir bilene kafamızın içinde dönüp duran soruları sormak istedik. Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Anabilim Dalı hocalarından Prof. Dr. Selahattin Dilidüzgün bizi kırmayıp sorularımızı yanıtladı.
1-) Çocuk edebiyatı denince aklımıza ne gelmeli, onu diğerlerinden ayıran nedir?
Çocuk edebiyatı her şeyden önce bir edebiyat; ama dili, anlatım özellikleri, içerdiği konuları çocukların zorlanmadan anlayıp iletişim kurabilecekleri bir edebiyat. Bu yönüyle çocuklar için yazılan edebiyatlardan ayrılıyor. Daha doğrusu çocukların dil gelişimleri, bilişsel gelişimleri dediğimiz öğrenebilme tutumları yetişkinlerden farklı olduğu için çocuklar için yazılan edebiyat metinlerinin çocukların dil ve biliş özellikleriyle uyum göstermeleri gerekir. Yoksa çocuklarda anlama engeli oluşur, okuma isteği oluşmaz. Zaten çocuk edebiyatının varlık nedeni de budur.
Çocuk kitapları, çocuğa göre oluşması yönüyle diğer bütün edebiyat türlerinden ayrılır. Örneğin, kadın edebiyatı kadın sorunlarını, göçmen edebiyatı göçmen sorunlarını ele alırken çocuk edebiyatı da çocukları çevreleyen konuları ele alır. Ancak diğer edebiyatların hedeflediği kişilerin tümü yetişkin olduğundan onların gelişimsel özellikleri tamamlanmıştır, çocukların ise dil, bilişsel, kişilik, toplumsal ve duygu gelişimleri henüz oluşma ve gelişme aşamasındadır. Bu nedenle çocuk edebiyatı konu ayırımının ötesinde çocukların gelişimsel özelliklerini de dikkate alması bakımından ayrı ve farklı bir edebiyattır.
Çocuk kitapları çocukların, okul öncesi dönemden başlayarak çocukların dile ve görsellere dikkatini çekerek onların anlama becerilerini harekete geçiren sanatsal bir araç aslında. Bu bakış açısıyla çocuk kitaplarının çocukların gelişiminde beslenme kadar önemli bir yer tuttuğunu söyleyebiliriz.
2-) Çocuk edebiyatı "çocuk işi" mi ?
Hem evet hem hayır. Çocuk edebiyatının tanımlanması çalışmalarında başkaları da benzer sorular sormuş. Başka deyişle, çocuk edebiyatı yetişkinlerin çocuklar için yazdıkları mıdır, çocukların çocuklar için yazdıklarımı mıdır? Soruları hep sorulagelmiş. Aslında bir anlamda ikiside doğru. Ancak günümüzde çocuk edebiyatı, yetişkin bir yazarın çocuk çocuk gerçekliği dediğimiz çocukların bakış açılarını gözeterek, ama basitliğe kaçmadan çocuklar için yazdıklarıdır, anlayışı bütün dünyada kabul görülen görüştür. Peki, çocukların yazdığı öyküler, romanlar ve şiirler edebiyat sayılmayacak mı diye sorabilirsiniz. Elbette bunlar da edebiya. Ancak bunlar bireysel düzlemde yazılmış, çocukların dil ile kendilerini ifade ettikleri son derece önemli ve yaratıcı oluşumlardır. Daha doğrusu bizler eğitim çabalarımızda çocuklar ile yaratıcı çalışmalar yaparak, çocukların dili kullanarak dünyayı, başkalarını, kendilerini tanımlayabilmeleri için çalışmalar yapıyoruz. Bazı yayınevleri, milli eğitim bakanlığının bazı kuruluşları çocukları masal, şiir, öykü yazmaya teşvik ederek yarışmalar bile düzenliyor. Bu anlamda çocukların dili yaratıcı kullanabilmeleri onların gelecekleri için som derece önemlidir diyoruz. Çünkü dil ile iyi iletişim kuran kişilerin, daha doğrusu yazarak kendini anlatabilen ve okuyarak anlama becerilerini geliştiren kişilerin yaşamları da çok yaratıcı ve başarılı oluyor.Bu nedenle çocukların yazmaları önemli, ama çocuk edebiyatı dediğimiz alan bugün profesyonel bir uğraş alanı olarak yetişkinlerin ürünlerini kapsıyor. Örneğin 9 yaşında bir arkadaşımız "Mina ve Radyonun Maceraları" diye bir kitap yazmış ve yayımlamış. Daha dün okudum kitabı. Çok hoşuma gitti. Yazar olan çocuğun nasıl düşündüğünü gördüm, dünyaya benden farklı olarak nasıl baktığını, neleri düşlediğini izledim, çok etkilendim. Olasılıkla anne, baba ve öğretmenleri bu arkadaşımıza çok kitap okutmuş ki onun içindeki bu yetenek ortaya çıkabilmiş. Kuşkusuz sizlerinde içinde böyle yetenekli arkadaşlarımız vardır. Okumak yapabilmenin ilk koşuludur diyerek diğer sorunuza geçelim.
3-) Okullarda öyle veya böyle bize romanlar, hikayeler, şiirler okutuyorlar. Peki bunları okumak bize ne kazandırıyor ?
Aslında yukarıda bu soruyu bir anlamda yanıtladım diye düşünüyorum. Yineleyecek olursak, okumayı alışkanlık haline dönüştürmek zamanla ve istekle oluyor. 2-3 yaşından başlayarak resimli kitaplarla çizgilerin ve renklerin anlatım diliyle erken yaşta tanışan çocukların anlama istekleri artıyor. Dünyaya daha anlamlı bakabiliyor. Daha sonraları yani ilkokul yıllarında okumayı öğrendikten sonra kendisi okumaya başlayan çocuklar edebiyatın gizemli dünyasında kendini bulduğu gibi kendisi dışındakilerinde dünyasına girmeye, onları anlamaya ve düşünmeye başlıyor. Bu nedenle diyebiliriz ki okumak yanlızca eğlence ve boş zaman geçirme aracı değil, düşünmeyi öğrenmenin en sağlıklı aracıdır. Bu nedenle öğretmenlerinizin ve anne babalarınızın size okuttuğu kitaplar aslında size doğrudan bir şey öğretmiyor; ama hissetmeyi, duyarlı olmayı ve düşünmeyi öğretiyor. Insanı diğer bütün canlılardan ayıran en temel özellik düşünebilme olduğuna göre bu alanın başıboş kalması aklımızı yeterince kullanamamak olur ki insanoğlu için en büyük tehlike budur. Bu nedenle çocukken okuyan biriyle yetişkin olduklarında da okuyan ve sağlıklı düşünen yetişkinler olabiliyor. Bu konuda Muzaffer İzgü yaptığımız bir toplantıda "Çocukları okumayan toplumun yetişkinleri de okumaz!" Demişti. Rahmetle andığımız Muzaffer İzgü ne güzel söylemişti yıllar önce.
4-) Okuduğumuz kitaplarda "Bu olmamış; bu, çocuklar için uygun değil" dedirten şeylere
rastlamışsınızdır mutlaka. Mesela...
Elbette rastladım. Kitapçılarda satılan kitapların birçoğu da çocuklara yara getirmenin ötesinde sıradan şeyler. Örneğin öğretici dediğimiz kitaplar çocuklara hep bir şey öğretmek taşıyor. Biz edebiyat yoluyla doğrudan bir şey öğretilmesini istemiyoruz. Bu durum edebiyatın varlık nedenine aykırı olduğu kadar çocuklara karşı haksızlık anlamını taşıyor. Bir de çocukların gelişim özelliklerini, dilsel duyarlıklarını hiç gözetmeyen kitaplar var ki bunlar çocuklara yarardan çok zarar veriyor. Bu nedenle öğretmenlerinize sık sık danışmanız lazım. Kitap fuarlarına giderek yazarlarla, yayıncılarla konuşmanız lazım. Çocuklar olarak sizlerin dünyaya bakışınız ve değerleriniz bizlerden ve bizim çocukluğumuzdan çok farklı. Sizler elektroniğin gelişmesi nedeniyle daha farklı bir dünyanın çocuklarısınız. Bir yazar düşünün ki kendi çocukluğuna dönerek o zamanın çocuğu için kitaplar yazsın. Bunları okumak sizin için ne kadar sıkıcı olur değil mi? Bunun için de ilk danışacağınız kişi sizlere doğru kitabı önerecek öğretmenlerinizdir.
5-) Son olarak şunu sormak istiyoruz. Çevremizde kitap okumayı sıkıcı bulan, hatta nefret eden arkadaşlarımıza tanıl oluyoruz. Ne yapmak lazım?
Evet, ne yazık ki çevremizde böyle arkadaşların sayısı küçümsenmeyecek ölçüde fazla. Bunlar için ileri yaşta yapacak çok bir şey yok. Telefon, tablet ve bilgisayar ile televizyona kendini giderek daha fazla kaptıran böylesi kişilerin, az önce belirttiğim gelişim özellikleri giderek güdükleşiyor ve böylece aslında düşünme beceri alanları giderek kısırlaşıyor ve edilgin bir kimliğe dönüşebiliyorlar. Yetişkin olanlar için yapacak pek fazla bir şey yok ama yaşı henüz küçük olanların okuma davranışının geliştirilmesi için öğretmen ve anne babaların önlemler alması gerekir. Geç kalındığında, amiyane tabirle tren çoktan kaçmış oluyor. Aralarımız ne güzel söylemiş: ağaç yaşken eğilir.
Tuğba Erdoğan






Yorumlar
Yorum Gönder